Gündemin ne denli yoğun olduğuna şaşarak bu kalabalığın arasında nefer almaya çalışıyoruz.
Yaşadığımız hayat, terörize edilmek için kurgulanmış yapay bir yangının ortasında. Hayatlarımızın sakinliği biz insanlara çok görülüyor, “haydi şu dertleri küfene yükle” denilerek bize dayatılıyor.
Sayın okuyucu sen ne kadar yorgundan bende yorgunum ve Dünya sessiz çığlıklar içinde tırnaklarıyla derisini yüzüyor. Ki ona doğru gelen bir bela var. En derin kuyudan daha derin bir bela, ilkelliğin çürümüş belası.
Ben dâhil birçok kişi hayatın pek çok eylemini ilkel güdülerimize hatta ilk insana yorma gayesi içerisinde çabalarız. Çünkü İnsanlığın geniş kronolojisinin ilk ve temel adımları o dönemde atılmıştır. İnsan kendini işte tam olarak o dönemlerde tanır. Bugün bir hareketi tanımlarken işte bu yüzden ilk adımlara kafamızı çeviririz. İlk tanışıklığımızdır bu kendimizle. İnsanlığı ilk tadışımız, zevk ve kederle…
İlkel karanlığımız ise her zaman devam eden bir durum. Doğadan ayrılamamamızın belki de gizli öznesi. Doğanın en basit kanunu, zayıf ve güçlü arasındaki kanundur. Zayıf, bir un gibi ezilirken güçlü ise pençelerindeki kanı yalamaktadır. Ama unutmamalı! Ne kadar zayıf olsakta, hayatta olduğumuz sürece alacak bir nefesimiz atacak bir adımımız var.
Bizi insanın üstüne taşıyacak o adımı atmamız gerekiyor. Doğanın ve insanın bazı kurallarından sıyrılmamız ve kolektif üst benliğimizde bilmemiz gerekiyor, insan öldürmek için fazla uygar bir varlık…
Ve evet bundan dolayıdır ki cephe savaşlarına girişemeyecek kadar öteye gittik. Adını ve etkisini tahmin edemediğimiz birçok silah bugün gündemimizde. Namluları, ne gölgemize, ne de evimize çevrilmiş, üzerimize, insanlığın karbondan olma ham bedeninin üzerine çevrilmiş ve ölümünü kusacak zamanı beklemekte. Habil ile Kabil’in hikâyesindeki boş kalmış sayfayı dolduracak kabiliyette.
İnsanlık, en uygar zamanlarında belki son bulacak, Kendini bilmez otoriterlerin yüzünden bu olabilir. Yarın bir ışık pırıltısında hepimiz toza karışabiliriz. Fakat bunlar zayıf ihtimaller sayın okuyan, biz biraz neden bu kadar müsamaha gösterdik onu konuşalım.
Pozitif bilimler İnsanlığı ileri taşıdı ama okullarda sosyal bilimler de çocuklara konuşacak alan yaratsın, derslerini yükseltsin diye verilmiyor.
Fakat eğitim sistemimiz de en azından benim dönemim de sosyal bilimler bir yedek lastik gibi görülüyordu. Sanki insanlığı ileri götüren, insanlığın ileri taşınmasını sağlayan pozitif bilimlerde o taşıma esnasında “lastiklerden birine zarar gelirse hemen sosyal bilimleri devreye sokarız” diyerek velilerimiz yönlendirildi. Sözel bölüm okumak isteyen ama Türkçe-Matematik hatta sayısal bölüm okuyan çok fazla öğrenci var. Benim dönemimde sözel bölüm neredeyse açılmıyordu bile...
Bu konuyu derinleştirmeden özetlemek gerekir.
İnsan, kalıplara pek kolay sığmayan canlı ve gelişen bir varlık. Sosyal bilimlere olan ilgilerini kaybettiğinde, liberalizm için daha geniş bir alan açıldı, çünkü onları eleştirecek kitle birden sayıca düşmeye başladı. Dernekler, işçi birlikleri kendi aralarında bölündü, zaten lüpen bir zihinle harmanlanmış toplum, en değerli iki varlığını kendi elleriyle gömdü. Aklını yani irade oluşturacak fikirlerini ve birlik olma yetisini. Bireycilik korkunç ya da kötü değildir sayın okuyan. Sadece bireyler dahi birlikte olması gerektiğinde bir olmalıdır.
Ve Son olarak Türkiye halklarının müthiş bir lideri vardır. Kafanızı göğe çevirirseniz eğer gözlerinin rengini gökyüzünün özgürlüğünde göreceksiniz.