29 EKİM 2023 günü Cumhuriyetimizin ilk yüzyılını tamamladık ve ikinci yüz yılımıza girdik. 01 KASIM günü de saltanatın kaldırılmasının 101 nci yıldönümüydü. Yani devletimizin kurucu aklı ve kadroları aslında Cumhuriyetin ilanından bir yıl önce eski yönetimi ortadan kaldırmış, padişahlığa meclis kararıyla son vermişti. Bu da perşembenin gelişi çarşambadan belli olur misali yeni bir yönetim anlayışına geçileceğinin ve yeni bir devletin kurulacağının ön bildirimi gibi olmuştu. Tabi Cumhuriyet fikri kısa bir geçmişi olan fikir değildi. 1789 Fransız ihtilaline ve oraya düşünce anlamında etki eden düşün insanlarına ve oradan etkilenen Türk yazar, şair , felsefeci, asker ve siyasetçilere kadar uzanıyordu. Atatürk’de çok okuyan, inceleyen, araştıran ve sorunlara çözüm üretmeye çalışan entelektüel bir insan olarak ve Osmanlı İmparatorluğunun son günlerini yaşadığını çok yakından hatta içinden görerek çareler aramaktaydı. Kendisine inanan, güvenen az sayıda arkadaşı ile kurtuluşu ve yeniden kuruluşu aramaya ve bu yolda gerekirse toptan yok olmaya and içerek yola çıktı. J.J.Rousseau, Voltaire, Montesquieu, Descartes, Namık Kemal, Ziya Gökalp Atatürk’ün etkilendiği fikir adamlarıdır. Ayrıca peygamberimiz Hz.Muhammed’in liderlik özelliklerinden, stratejik düşünce yapısından çok etkilenmiş ve onu en büyük lider olarak da görmüştür.İmparatorlukların ortadan kalkacağını, çok uluslu , çok dilli, çok dinli ve çok kültürlü yapılardan ve devletlerden ulus devletlere doğru bir evrilmenin başladığını ve bunun sonucundada işin ucunun Oamanlıya, Türklere ve Anadolu’ya dokunacağını görmüş ve bu gidişi lehimize nasıl çevirebilirizin peşine düşmüştür. Aslında içinde yaşadığımız Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 1049 da Kutalmış Bey’in Pasinler savaşı, 1054’de Tuğrul Bey’in, 1055’de Yakuti Bey’in Anadoluya girişi, Afşin Bey’in 1070 de Denizliye kadar gelmesi ve 1071 de Alp Aslan’ın Malazgirt zaferi ile temeli atılan ve Türk varlığını Anadolu’da kalıcı hale getiren mücadeleye dayanır. Yani bir günde kurulan veya sınırları cetvelle çizilen gecekondu bir devlet değildir. Atatürk ve silah arkadaşları geçmişin bu kanla alınmış, yurt edinilmiş ve kök salınmış toprakları üzerinde yine kan ve göz yaşı dökerek yeni bir devlet kurmuşlardır. Ruhları şad olsun. Sonsuza kadar minnettarız.
Birinci Dünya Savaşı 1918’de sona erip savaştan galip olarak çıkan emperyalist devletler dünyayı paylaşmaya, yeni sınırlar çizmeye ve yeni sömürge alanları belirlemeye başlamıştı. Osmanlı İmparatorluğu da yenik sayıldığı için bu evrensel soygunda kurban olarak hedefe konmuştu. 30 EKİM 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi ile niyetler yazıya dökülmüş ve sözde hukuksal bir zemin oluşturulmuştu. 10 AĞUSTOS 2020’’de imzalanan Sevr Barış Antlaşması ile de Osmanlı Coğrafyası parçalanmış ve işgal edilmiştir. Toprakları zaten yüzyıllardır geri çekilmeler, isyanlar, kaybedilen savaşlar sonucunda azalmış olan Osmanlı milyonlarca kilometre kare toprakdan vazgeçmiştir. Sıra Türkler’in esas yurdu olanAnadolu’ya gelmiştir. İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar, Ruslar ve Ermeniler, Yunanlılar el birliği ile Anadoluya vahşi kurt sürüsü gibi her taraftan saldırıya geçmiştir. Emperyalist güçlerin Türkler ve Anadolu için düşünceleri şöyledir.
23 Haziran 1919’da İngiltere, Fransa, İtalya, A.B.D, Yunanistan, Japonya ve Sırbistan ortak bir bildiri yayımlayarak şöyle derler:
“Türk milleti, yabancı soyları yönetme yetisinden yoksundur. Tarih boyunca hangi ülke Türklerin eline geçtiyse o ülke maddi ve kültürel geriliğe gömülmüş, hangi ülke Türklerin elinden kurtulduysa, o ülke maddi ve kültürel bakımdan yükselmiştir. Tarihi boyunca Türkler, ellerine geçirdikleri ülkeleri geliştirmemiş, yıkmıştır. Çünkü Türklerde geliştirme yetisi yoktur, yalnız yıkmayı bilirler. Türkler bozuk ahlaklı entrikacı bir ulustur. Bu gerekçeyle, topraklarını parçalayacak ve Türkleri biz yöneteceğiz.” Peki bu düşünce yok olmuşmudur yoksa üstü örtülmüş, gün yüzüne çıkmak için fırsat mı kollamaktadır? Kararı siz verin.
Mustafa Kemal Paşa 1917’de Türk-Alman-Avusturya İttifakı’nın savaşı kaybettiğini görmüştür. Mustafa Kemal Paşa bu tespitini, uzun bir mektup ile ve yetkilerini aşarak, 20 Eylül 1917’de, Talat Paşa’ya , İttihat ve Terakki Cemiyeti Merkezi Umum üyelerine bildirmiştir. Mustafa Kemal Paşa’nın bu mektubu yazdığı günlerden itibaren Birinci Dünya Savaşı sonrasında başlaması yazgı gibi görünen Türk KurtuluşSavaşı’nı planladığı anlaşılmaktadır. Kurtuluş Savaşı resmen 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkması ile başlamıştır. Ancak, Mustafa Kemal Paşa Kurtuluş Savaşı’nın ilk emrini 13 Kasım 1918’de Adana’dan İstanbul’a geldiği zaman, Haydarpaşa Garı’nda vermiştir. Esasen Mustafa Kemal Paşa Mondros Mütakeresi’ni de kabul etmemiş ve 30 Ekim-8 Kasım arasında Sadrazam İzzet Paşa ile Mustafa Kemal Paşa arasında sert yazışmalar olmuştur. Mustafa Kemal, İngilizlere İskenderun’a çıkamayacaklarını, çıkarlarsa ateş emri vereceğini açıklamıştır. Bunun üzerine İstanbul Hükümeti Mustafa Kemal Paşa’yı görevden almış ve İstanbul’a çağırmıştır. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’a 13 Kasım 1918’de Müttefik işgal donanmasının İstanbul Boğazı’na demirlediği gün gelmiştir. “Mustafa Kemal Paşa 13 Kasım’da Haydarpaşa Garı’nda trenden iner. Tren ve peron, cepheden gelen subay ve askerlerle doludur. Mustafa Kemal’i tanıyan ve trenden inişini izleyen bir çavuş, gür bir sesle perondaki askerlere komut verir. -Dikkat! Gelen Mustafa Kemal Paşa’dır, selam dur! Haydarpaşa Garı’ndaki tüm subay ve askerler bir anda yerinde çakılır, hazır ola geçip askeriselam verirler. Mustafa Kemal Paşa yavaş adımlar ile çavuşun karşısına yürür, durur ve sorar:
-Nerede beraberdik?
-Çanakkale!
Mustafa Kemal çavuşa şöyle der:
-Emir geçir, herkes köyüne, memleketine silahı ile gitsin, bir şekilde silahını götürsün…
“Emir geçirmek” askeri bir terimdir. Emrin yüksek sesle değil, yavaşça kulaktan kulağa sessizce tekrarlanması demektir. Çavuş emri geçirir, peron bir anda boşalır. Yüzlerce asker silahı ile birlikte ortadan kaybolur, memleketine doğru yola koyulur. Mondros Teslimiyet Anlaşması’nın öngördüğü Türk ordusunun tüm silahlarını teslim etmesi şartının aksine Mustafa Kemal, daha İstanbul’a indiği ilk anda, ilk emrini vermiştir: Silahlarınızı vermeyin…”
Bu şekilde başlayan Türk Kurtuluş Savaşı, “Ordular, ilk hedefiniz Akdenizdir. İleri!” emri ile sona ermiştir. Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde Kurtuluş Savaşı’nıveren Türk milleti, Anadolu üzerindeki egemenliğine son vermek isteyen emperyalizmi yenmiş ve Türk topraklarından atmıştır. Sonuç olarak, Türk milleti varlık ve hukukuna yönelen büyük tehdidi aşarak, Anadolu’da egemenliğini sürdürmeye devam etmiştir. 1059-1922 arasında, kesintisiz 873 sene devam eden savaşlardan sonra, harap bir ülke vezafer kazanmış, gururlu ancak bitkin bir halk olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları içinde yaralarını sarma mücadelesine başlamıştır.
Gelelim 28 EKİM 1923 gününe. Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet’in ilanını duyurduğu geceyi NUTUK adlı eserinde kendi ağzından detaylıca anlatmıştır. Nutuk’ta yer alan anektod şöyledir:
“Gece olmuştu Çankaya’ya gitmek üzere Meclis binasında ayrılırken, koridorlarda beni beklemekte olan Kemalettin Sami ve Halit Paşa’lara rastladım. Ali Fuat Paşa Ankara’dan hareket ederken bunların Ankara’ya geldiklerini o günkü gazetede “Bir uğurlama ve bir karşılama” başlığı altında okumuştum. Daha kendileriyle görüşmemiştim. Benimle konuşmak üzere geç vakte kadar orada beklediklerini anlayınca, akşam yemeğine gelmelerini, Milli Savunma Bakanı Kazım Paşa vasıtasıyla kendilerine bildirdim. İsmet Paşa ile Kazım Paşa’ya, Fethi Bey’e de Çankaya’ya benimle birlikte gelmelerini söyledim. Çankaya’ya gittiğim zaman, orada, beni görmek üzere gelmiş bulunan Rize Milletvekili Fuat, Afyonkarahisar Milletvekili Ruşen Eşref Bey’lerle karşılaştım. Onları da yemeğe alıkoydum. Yemek sırasında: “ Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz” dedim. Orada bulunan arkadaşlar, derhal düşünceme katıldılar. Yemeği bıraktık. O dakikadan itibaren, nasıl hareket edileceği konusunda kısa bir program yaparak arkadaşları görevlendirdim. Efendiler, görüyorsunuz ki, Cumhuriyet ilanına karar vermek için Ankara’da bulunan bütün arkadaşlarımı davet ederek onlarla görüşüp tartışmaya asla lüzum ve ihtiyaç görmedim. Çünkü onları da aslında ve tabii olarak benim gibi düşündüklerinden şüphe etmiyordum. Halbuki, o sırada Ankara’da bulunmayan bazı kişiler, yetkileri olmadığı halde, kendilerine haber verilmeden, düşünce ve rızaları alınmadan Cumhuriyet ilan edilmiş olmasını bize gücenme ve bizden ayrılma sebebi saydılar.”
Cumhuriyet düşüncesine sahip çıkan, kabullenen ve destekleyen yakın arkadaşları olduğu gibi karşı çıkan, saltanatı geri getirmek isteyen , hatta Atatürk’ü yeni padişah olmakla suçlayan muhaliflerde mevcuttu. Mücadele sadece düşmanlarla yapılan savaşlardan ibaret değildi. İçeride de Cumhuriyet düşüncesinin kabul ettirilmesinin mücadelesi veriliyordu.
Son söz olarak Türkiye Cumhuriyeti nice yüzyıllara emin adımlarla erişecek. Biz şanslı kuşaklar 50 nci, 75 nci ve 100 ncü yaşını gördük. Allah sağlık ve ömür verirse 125 nci yılını da görürüz umarım. Bu vatanı bize yurt olarak hediye edenKutalmış’a, Alp Aslan’a, Fatih Sultan Mehmet’e, Kanuni Sultan Süleyman’a, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarına, bütün şehit, gazi, kahraman ecdadımıza minnet, selam ve dua ile.
Hoşçakalın.
Kaynak:
Nomos ve Aydın, C. Özakıncı
Demografik İşgal,Ü.Özdağ.
Güzel bir yazı kalemine ve gönlüne sağlık